Burak Berkay Akgül’ün ismini şahsen ilk kez RU ile duydum. Ancak RU’dan haberdar oluşum bundan iki sene öncesine dayanıyor. Aslen Disney Plus Türkiye için çekilen dizi, platformun yerli yapımları bünyesinde barındırmayacağını açıklamasından sonra başka projelerle birlikte rafa kalkmıştı. Ta ki geçtiğimiz haftalarda Gain’de yayınlanacağı açıklanana dek. Şahsen iki sene önce izlediğim pek çok tanıtım arasında aklımda en çok kalan diziydi, Meryem Uzerli’nin uzun zaman sonra ekrana dönecek olmasıyla özellikle dikkatimi çekmişti. Şu sıralar gündemimizi oldukça meşgul eden genç erkek olgun kadın ilişkisini (bkz. The Idea of You) gündemine alan RU’nun aslında tek derdi bu değil. İlk iki bölümünü izlediğim dizi Urla’da geçiyor. RU isimli şef restoranının sahipleri Reyan (Meryem Uzerli) ve restoranın aynı zamanda da şefi olan Emir’in (Emre Karayel) evlilikleri pek de yolunda gitmemektedir. Reyan kocası uğruna ülkesini terk edip buralara gelmiş, restoranın vazgeçilmez bir parçası olmayı başarmıştır. Kendisini uzmanlaştırdığı alan olan şarap-yemek eşleştirme ise eşi tarafından küçümsenmektedir sürekli. Diğer tarafta Urla’lı Uzer (yani kahramanımız, Burak Berkay Akgül) ve arkadaşlarına odaklanıyor hikaye. Uzer özel bir çocuk, çok zeki, bir gördüğünü bir daha unutmayan fotografik hafızaya sahip ender insanlardan. Bir yandan kanser tedavisi gören annesine (yerli, yabancı, fark etmeksizin bugüne dek gördüğüm en inandırıcı peruklardan biriyle, Şevval Sam) bakıyor. Erken olgunlaşmak zorunda kalan çocuklardan. Üniversite sınavına giren Uzer ve arkadaşları Urla’dan yakın zamanda ayrılacaklarının bilincinde son özgür yazlarını geçirmeye odaklanırlarken; Uzer ve Reyan’ın, Uzer’in domates sattığı pazarda karşılaşmalarının ardından planlar tepe taklak oluyor. Buradaki domates detayı önemli, çünkü oyuncu seçmelerine bu sahneyle giren Burak, cebine bir cherry domates atmış ve sanırım rakiplerini geride bırakmayı da bu şekilde başarmış. Burak ve Meryem’i uyumlu, gerçek bir şefin danışmanlığında ve gerçek şeflerle çekilen mutfak sahnelerini inandırıcı buldum. İlk bölümden itibaren cüretkar sahnelerin de yer aldığı diziyi ulusal bir kanaldansa bir platformda izleyecek olmamıza da özel olarak sevindim. Toplam 8 bölümü olan RU’nun devamı gelecek mi, biz izleyicinin tepkisine bağlı, fakat ekip bir araya gelmek için oldukça heyecanlı.
Burak’la bu tanışma söyleşimiz müthiş akıcı geçti, konulardan konulara onun Destan dizisindeki at binme sahneleri gibi dörtnala geçtik, şimdi ben de bu vesileyle tanıdığım yetenekli ve azimli genç oyuncunun kariyerini ilgiyle takip ediyor olacağım.
Destan’da baya sakallısın, at biniyorsun filan, RU’nun seçmelerine de o dönem katıldın değil mi? Sevdin mi dönem işini?
Evet benim o sakallı halimle Uzer olabileceğime nasıl inandılar inan bilmiyorum, ama şaşkın ve sevinçliyim. Çok sevdim dönem işini, çünkü ben yeni bir şeyler öğrenmeye bayılıyorum. Hani böyle at, binmek, ok atmak, kılıç kullanmak falan. Zaten benim Destan'da en sevdiğim sahneler aksiyon sahneleriydi. Kılıçla oynamayı çok seviyorum. Ama tabii kıyafet kısmı çok zor bu arada. Çok ağır bir kere kostümler. Yazın sıcak, çıkaramıyorsun. Kışın soğuk üzerine bir şey zor giyiyorsun. Bir tek sıkıntısı o yani. Ama güzel, keyifliydi.
Peki mesela at at binmeyi sürdürüyor musun?
Safir dizisinde çalışırken, Kapadokya'nın da atları meşhurdur zaten biliyorsun, “Güzel atlar diyarı,” diye geçiyor hatta, orada mesela çok bindim. İlk zamanlar korkmuştum, bir de Destan’ın setindeki atlar daha büyüktü, ama Kapadokya’da nispeten daha ufaklardı ve rahat ettim. Her fırsatı da değerlendirdim at binmek için.
Hep böyle uzaklara gidiyorsun sen setlere, önce Urla, sonra Kapadoyakya, seni İstanbul'da bir dizide görecek miyiz?
İnşallah. Yani bu şey gibi düşünüyorum, hayatın bana çizdiği bir yolu kullanmak. Onun bana verdiği, sunduğu diyeyim. Bu şansı değerlendiriyorum. Yani asla hiçbir zaman kafamda şu yok: “Ben şurada çalışmam. Bunu yapmayayım. Bu işimde de şurada böyle olmak istiyorum,” gibi kesin çizgiler koymuyorum ki hayatın akışında en doğru anda doğru şeylerin olduğunu düşündüğüm için kendimi akışa bırakıyorum. O yüzden de şansa arka arkaya şehir dışı işler denk geldi ve benim için o an doğrusunun bu olduğuna inandığım için de kabul ettim.
Şehir dışı biraz böyle bir kamp hali gibi sanki değil mi? Herkes daha mı hızlı kaynaşıyor?
Ekibe de bağlı. Böyle her ekip mükemmel bir aile olarak başlayıp sonrasında değişedebiliyor... Sevdiklerinden uzaktasın. Arkadaşlarından, ailenden uzaktasın. Mecbursun o insana, “Günaydın,” deyip beraber olmaya ve aslında şöyle de geliştiriyor beni. Profesyonel olarak, “Ben bu işi bu insana nasıl götürebilirim,” çünkü benim mutluluğum önemli. Rahat etmem önemli. Huzurum önemli. Ve ben bunu nasıl idare edebilirim? Bunu öğrenmek için de şehir dışı mükemmel bir yer.
RU’nun Urla'daki çekimleri ne kadar sürdü?
6, 6,5 ay.
Bayağı yabancı dizi ya da film prodüksiyonları gibi, ne güzel!
Evet, çok güzel iş oldu, bunu tüm samimiyetimle söyleyebilirim. Çok güveniyorum yaptığımız işe. Her zerresine, her sahnesine güvenli bir şekilde bitirdim seti. Yani, “Şu sahnede şöyle oynasaydım,” dediğim bir tane bile an olmadı. Bu ekiple de ilgili, herkes çok iyiydi. Oyuncu arkadaşlarımız, kameranın arkasındakiler, herkes. Ben de izleyiciyim sonuçta. İzleyiciye bunun aynı şekilde geçmesi lazım. Gerçekten farklı oldu bu işi, onu hissediyorum.
Uzun bir bekleyiş oldu…
Gerçekten öyle oldu. Unuttum ben, böyle sahneleri hatırlamaya çalışıyorum, “Biz ne çekmiştik?” diyorum. Teaser giriyor diyorum ki ne kadar güzel bir dizi bu, “A ben!” gülüyor). Bir de gerçekten insan değişiyor ya. Buradaki karakterim şu anki kilomdan 9-10 kilo eksik.
Bedenin kostümüne dönüşüyor adeta değil mi, dönem işindeki gibi neredeyse.
Aynen öyle, o bedenin üzerine, Uzer’in o mavi tişörtünü, Converse’lerini giydiğim anda Burak gidiyor, o geliyor yerine.
Meryem’le çok yakışmışsınız birbirinize. Dizi çıktıktan sonra söylenebilecek her şeyi hesaba katarak bu yorumu yapıyorum. Senaryo sana ilk geldiğinde hemen, “Evet,” dediğin bir iş mi oldu bu? Yoksa böyle seni düşündüren şeyler oldu mu? Ve neydi o düşündüren şeyler?
O kadar evet dediğim biriş oldu ki! Böyle koştum yani. “Bu rolü benim oynamam gerekiyor!” diye. Çünkü direkt hayal ettim, her şeyi, her sahneyi ve kendimi orada görebildiğim bütün işlere inanılmaz sarılıyorum. Ve kendimi gördüm ona. Dedim ki bunu benim oynamam lazım. Benim yapmam gerekiyor. Altından kalkıp kalkamayacağımı bilmiyordum elbette, ve zordu da. Ama zor olması daha da heyecanlandırdı beni, meydan okudum aslında yani.
Uzer’in karakterine değinmek istiyorum, çok zeki, fotografik hafızaya sahip ve biraz da kendi dünyasında bir genç portresi çiziyorsun. Otizm spektrumunda mı, senaryoda buna dair bir bilgi, detay var mıydı?
Arkadaşları var, ama çok sınırlı tutuyor o yakınlıkları. Tam olarak asosyal diyemeyiz ama sosyal de sayılmaz. Sevdiği şeylere karşı çok tutkulu olan bir insan olduğu için onları dibine kadar yaşıyor. En sevdiği üç arkadaşı var ve hep onlarla birlikte. Bir aşkı var. Dibine kadar yaşıyor. Ailesi var. Dibine kadar yaşıyor. Aslında mesele tamamen onun tutkulu bir insan olması. Ve tutkusundan dolayı göremediği, hayatında yaşayamadığı, deneyimlemediği duygularla karşılaştığı zaman bütün mekanizması error veriyor. Ne yapacağını bilemiyor…
İlk sahnelerden birinde, “Ben şaka yapmam ki,” diyor Uzer. Ona da takıldım. Çünkü şaka yapmaz o gerçekten. Böyle daha ciddi ve daha düz bir çocuk.
Espri yapmakla uğraşacak vakti yok gibi. Şaka yapmaya çalışmadan, dümdüzlüğüyle komik olan biri Uzer. Bir tık Asperger sendromuna spektrumunda biri diyebiliriz belki, ama bu senaryoda yazan bir şey değil. Karakter olarak öyle bir yapısı var.
Hayatı net bir şekilde çizilmiş gibi, üniversite sınavında bilgisayar mühendisliğini kazanacak, İstanbul’a gidecek. Ama hem belki annesinin hastalığından dolayı, kafasında bir soru işareti olduğunu hissediyoruz daha en başından ki sonra da zaten Meryam Uzerli’nin Reyan’ıyla karşılaşıyorlar… Sen de jeoloji mühendisliği okuyorsun, ama biliyorsun bir yandan da oyuncu olmak istediğini, bitirdin mi bu arada yoksa dondurdun mu okulu?
Son sınıftayım. Orada dondurmak zorunda kaldım.
Bitirecek misin peki?
Bitiririm diyorum. Yani şöyle, bitiririm diyorum çünkü sonuna kadar gelmişim. Şu son kurşunu da atayım. Aralarda sadece çok fazla çalıştığım için o dönemlerde bir türlü konsantre olamadım ister istemez, ama bir noktada bitiririm diye düşünüyorum, o defter kapansın.
Uzer gibi her şeyi hatırlamak ister miydin peki sen Burak olarak?
Asla hatırlamak istemezdim! Bence bu insana işkence eden bir durum. Şöyle bir mekanizma var: Bilinçsiz bir şekilde her şeyi aklına getiriyor. Bilgisayar gibi de değil. Bilgisayarı kullanıyorsun. Hatırlamak istediğin dosyayı açıyorsun. Bu çocuğun direkt aklına düşüyor her şey.
Devamı gelecek mi sence RU’nun, siz nasıl planladınız?
Devamı gelebilecek gibi bir final. Devamı gelsin ister miyim? Evet. Biraz daha oynamak isterim Uzer’i. Ama bu tamamen izleyicinin nasıl reaksiyon verdiğine ve senaristimiz Taylan'ın yazmak istediğine yönetmenlerimiz Bahadır Hoca ve Burak Hoca'nın çekmek istemelerine göre değişir elbette. Bu güzel ekibin tamamı yeniden bir araya gelebilecekse ne ala!
Dizinin ana temalarından biri de mutfak ve senin de Emre Karayel’le birlikte bu konuda eğitim gördüğünüzü biliyorum, bu tecrübeden bahseder misin biraz da? Atlardan, kılıçlardan sonra mutfağa da girdin!
Bu şey gibi böyle, Kahraman Babam’la itfaiye'ye girdim, onu bir öğrendik, Destan’la döneme gittik, şimdi mutfağa girdik. Zaten bu tarafı çok hoşuma gitmişti. Mutfağa hep ilgim vardı. Bu arada bu çok güzel bir şey, gerçekten. Yani bir insan bunu kendi hayatında yapmak istese, parasını verse, bu sefer zamansızlıktan yapamayabilir. Ben işim için yapmak zorundaydım, ne şahane bir zorundalık! Emre abiyle başladık biz İzmir'de eğitimi almaya, Zafer abi de galiba İstanbul'da aldı aynı esnada. “Bıçak nasıl tutulur?”dan başladık eğitime, bol bol soğan domates kestik. Anladım ki mutfakta en önemli şey ısı kontrolü. Neyi ne kadar pişirip, hangi ateşte kısıp, tavayı çekip piştiği gibi bir sürü bir sürü detaylar var yani. İnanılmaz detaylar var yani. O beşamel sosu yapmak ne kadar zormuş mesela! Kıvamını tutturmak, inanılmaz zor!
En iyi ne yapmayı öğrendin peki?
Ben mayonez yapıyorum ya (gülüyor). Mayonezi tam öğrendim. Mayonez basit. Bir şey yok mayonezde.
Duyduğuma göre restoran aslında var olmayan bir restoranmış, oysa ki izlerken kesin Urla’nın en bilinenlerinden biridir diye izlemiştim.
Evet mutfak da restoran da sıfırdan kuruldu. Ayrıca eğitim veren şeflerimiz de çekimler boyunca hep bizimle mutfaktalardı.
Bayağı metot oyunculuk dediğimiz şey olmuş, aksi istikametten…
Tabii tabii. Şimdi onlar her şeye çok hakimler. Ama karakterim onlardan daha çok şey biliyor ya, onlara bilgiçlik taslamak kısmı çok zordu.
Gerçek mutfak çalışanlarının alınması hakikaten doğru kararmış. Ve sen bu aşamada bir de kilo vermeye çalışıyorsun ve sürekli mutfaktasınız. Bu da bayağı büyük bir challenge olsa gerek senin için değil mi?
Onlar neler yapıyorlar orda bir görsen! Bir de hiçbir şey çöpe atılmadığı için mutfakta, sürekli bir şeyler pişiyor! Menemen yapan var, tatlı yapan var, makarna yapan var. Yani inanılmaz geçiyordu böyle. Hepsi de çok lezzetli bir de!
Ege’nin kokusu ne peki sence?
Ege'nin kokusu bir yaşam tarzı. Yani Ege kokmuyor derken orada, aslında hissiyat yok demek istiyorum. Sen bu yemeği sadece yapmışsın. Evet. Ruhu yok. Yani derler ya en lezzeti. Ben şefin yorumunu göremiyorum.
Peki Burak’ı neler bekliyor, nerede görmek istiyorsun kendini, örnek aldığın oyuncular var mı?
Elbette var, Brad Pitt, Leonardo DiCaprio bu iki isim tam birer ikon benim için... Ama yalnızca kariyerleri doğrultusunda konuşabilirim elbette. Büyüdükçe, Joaquin Phoenix, Benedict Cumberbatch, Daniel Day-Lewis de eklendiler bu listeye. Bu oyuncuların kariyer ve oyunculuk biçimlerini çok seviyorum. Ve aslında oradan çok ilham alıyorum. Geçen günlerde bir kitap okudum, “Sanatçı herkesten çalar,” diyor, ama bu çalmak şöyle bir şey değil, kopyalamak değil. Bi yerden alıp kendi özgün yorumunu katmaktan bahsediyor. Türkiye'den de Haluk Bilginer ve Kıvanç Tatlıtuğ gibi pek çok isim var sayabileceğim. Ben de herkesten ilham almaya, bu aldıklarımı kendi üzerime giymeye çalışıyorum. Her işimde hep bir önceki işimin daha önüne çıkmak istiyorum. Kendimi yırtabilmiş miyim, bunu görmek istiyorum.
Oyunculuğun sana getirdiği en büyük avantaj ne, diye sorarak söyleşimizi sonlandıracağım…
Aslında bu konuştuğunuz gibi, kendi zamanımı ekstradan bir şeylere ayırmadan, bir sürü dalda bir şeyler öğrenebilmek, bir sürü alanda bilgilere vakıf olabilmek, işte bu bahsettiğim açlılıkla ilgili ata binmek vesaire. Çünkü insan durup durup, “Hadi şunu öğreneyim,” diyemiyor. Hani yarın bir gün belki bir rol gelecek ve piyano çalacağım. Evet mükemmel piyano çalamasam da, piyano çalmayı öğreneceğim ve o yolda gideceğim. Bu avantajları çok seviyorum ve tabii ki de bunun yanında getirdiği biraz daha işin içine girdiğimiz o psikoloji, okumak, insanların psikolojisini daha iyi anlamak, altında yatan alt metinleri daha iyi anlama konusu da gerçek hayatta katkı sağlıyor. Ama en sevdiğim yanı tabii ki de alanım olmayan yerlerde ilerlemek.
RU, Gain, 24 Mayıs
Yaratıcı: Taylan Yapıcı
Senaryo: Taylan Yapıcı & Yeşim Çıtak
Yönetmenler: Bahadır Karataş & Burak Çaldır
Burak Berkay Akgül GAİN RU